Sayfalar

28 Mart 2013 Perşembe

Felaketten Geleceğe: Hillsborough Faciası



Futbol tarihinde birçok facia, felaket ve kaza vardır. Birçok üst düzey takımın uçağı düşmüş, otobüsü kaza yapmış ya da stadyumlarında ölümle sonuçlanan olaylar yaşanmıştır. Ancak bunların hiçbiri 1989'da yaşanan Hillsborough Faciası'na benzemez. Hillsborough'u diğerlerinden ayıran nokta ise bu olayın ardından İngiltere hükümetinin ve futbol otoritelerinin atacağı adımlar sayesinde İngiliz futbolunun küresel olarak takip edilen bir marka haline dönüşmesidir. 96 taraftarın hayatını kaybettiği bu facia aslında birçok ülkeye örnek teşkil eden İngiliz futbol modelinin de çıkış noktası olacaktır.

Stadyumlarımızın eskidiği ve sporda profesyonel yönetim anlayışını mumla aradığımız şu günlerde, tarihin en büyük spor felaketlerinden birinin en başarılı spor yönetimi anlayışı haline gelişini incelemek belki dünya futbolunda nerede olduğumuzu biraz daha sorgulamamızı sağlayacaktır.

Nottingham, İngiltere.15 Nisan 1989.

İngiltere Federasyon Kupası (FA Cup) Yarı Final maçı birazdan başlayacak. ‘Tam bir futbol havası’ denir ya, işte öyle güzel bir hava var Hillsborough (Sheffield, İngiltere) semalarında. Her sene olduğu gibi takımlar tarafsız sahada tek maç üzerinden kozlarını paylaşacaklar. 70’lerin başından bu yana hem Avrupa’yı hem de İngiliz futbolunu domine eden Liverpol FC’nin rakibi 1865’te kurulmuş İngiltere’nin köklü futbol kulüplerinden Nottingham Forest. Tribünler tıklım tıklım. Maçı takip eden herkes kıyasıya bir mücadeleye tanıklık edeceğine emin gibi. Ve ilk düdük çalıyor...

Keşke bu dakikadan sonra anlatılanlar o günkü efsanevi futbol, atılan sayısız gol, tribünlerin unutulmaz şovları olabilseydi. Ancak gerçek şu ki, maçın başlamasından dakikalar sonra kale arkasındaki tribün olan 'Leppings Lane’de yaşananlar futbol tarihinin en acı hikayesi olarak hafızalara kazınacaktır. O günden sonra ‘Hillsborough’ ismi maçın oynandığı stadyumun ismi olmaktan çıkıp, dünya futbolunun en büyük trajedilerinden biri olarak anılacaktır. 96 Liverpool taraftarının tribünde sıkışarak can verdiği ‘Hillsborough Faciası’. 


Facianın ertesi günü neredeyse tüm medya kuruluşları tribünlerdeki 'binlerce alkolik holiganın taşkınlıkları’ yüzünden bu olayın yaşandığına emin gibiydi. Ne de olsa 80'lerde ortada bir holiganizm gerçeği vardı ve en kolayı en belirgin hedefi suçlamaktı. Stadyumda o gün görevli olan Sheffield Polis Gücü de suçu taraftarlara atıyordu. Ne de olsa her zaman olay çıkaran onlar değil miydi? Ancak kısa süre sonra gerçeğin çok farklı olduğu ortaya çıkacaktı.

Geçen yirmi dört yılda bu trajik olayla ilgili belki binlerce haber yapıldı, belgeseller çekildi, o gün stadyumda bulunan taraftarların anlattıkları milyonlara ulaştı. Hayatını kaybeden 96 futbolsever, otoritelere İngiltere’de futbolun kontrolden çıktığını ve tek endişelerinin holiganizm olmadığını gözler önüne serecekti. Eskiyen stadyumlar, insan sağlığından önce disipline önem veren polis güçleri, holiganizme çare bulmaya çalışmaktan futbolu yönetmeyi unutan federasyon ve devlet yetkilileri. İşte tüm bu unsurlar 15 Nisan 1989’da doruk noktasına ulaştı ve 96 taraftarların hayatını kaybetmesine neden oldu. O günden itibaren İngiliz futbolu asla eskisi gibi olmayacaktı.

Faciadan hemen sonra kurulan araştırma ekibinin başında olan Lord Justice Taylor Ağustos aynı yıl içinde bir ön rapor yayınladı. Bu rapora göre suçlunun medya ve polisin belirttiği gibi taraftarlar değil, aksine kalabalığı yönetmeyi beceremeyen polis güçleri ve stadyumda geçmiş yıllarda aynı sıkıntıları daha küçük olaylarla atlatan ancak bu konuda hiçbir önlem almayan Sheffield Wednesday kulübü olduğunu açıklayacaktı. Yayınlanan ön raporun ardından Ocak 1990’da Lord Taylor raporun son halini de yayınlayacak ve açıkca görülecekti ki taraftarlar bu olayda suçlu değil kurban konumundalardı. Peki o zaman suçlular tespit edilecek ve adalete teslim edilecekler miydi? Ne yazık ki adaletin gerçekleşmesi için yirmi yıldan fazla süre beklememiz gerekecekti.


1990’da yayınlanan Taylor Raporu’nun ardından mahkeme delilleri inceledi, tanıkların ifadelerini analiz etti ve kararı açıkladı: Kimse suçlu değildir! Mahkemeye göre bu olaylar engellenemezdi çünkü çok sayıda taraftar olayın içindeydi ve oluşan kalabalığın baskısıyla gelişen bu durum ancak ‘kaza’ olarak nitelendirilebilirdi. Hayatını kaybeden taraftarların yakınları bu karar üzerine tepkilerini ortaya koydular ancak karar açıklanmıştı ve Hillsborough dosyasının bu şekildeüstü örtülecekti.

2010 yılına gelene kadar her sene 15 Nisan'da binlerce futbolsever bu faciayı anımsayacak ve mahkemenin verdiği kararın haksızlığını bir kez daha umutsuzca eleştirecekti. Ancak Ocak 2010'da İngiliz Hükümeti beklenmedik bir hareketle 'Bağımsız Hillsborough Paneli’ni oluşturdu ve davanın tüm delillerinin bir araya getirilerek tekrar incelenmesine hükmetti. Gerçeklerin ortaya çıkması ve suçluların cezalandırılması süreci böylece başlamış oluyordu.

Bu sürecin son halkası ise 1989’da hayatını yitiren taraftarlardan biri olan Kevin Williams’ın annesinin çabaları olacaktı. Facianın gerçekleştiği günden bu güne kişisel araştırmalarını sürdüren anne Williams oğlunun resmi raporlarda bahsedildiği gibi 3.15’de, yani olayın gerçekleşmesinin dakikalar ardından ölmediğini, saat 4.00’a kadar hayatta olduğunu ancak saat 3.15’te herkesin öldüğü raporunun verildiği için kimseye bir müdahelede bulunulmadığından oğlunun hayatını kaybettiğini fark etti. Eğer gerekli müdahele yapılsaydı belki oğlu bugün yaşıyor olacaktı. Oğluyla aynı kaderi yaşayan başkaları da vardı.

Anne Williams bu bulgusunu Hillsborough’da o gün stadyumda görevli olan ve oğlu ile iletişime geçmiş kişilere de doğrulattı. Saat 3.50’de Kevin’in yanına yaklaşan bir polis memuresi onun ağzından son sözlerini işitecekti: “Anne!” Belki de bu sözler anne Williams’ın oğlunun ölümünün gerçek suçlularının ortaya çıkartılması için ona araştırma azmini veriyordu. Adalet ise ancak 12 Eylül 2012’de yerini bulacaktı.


12 Eylül 2012’de Bağımsız Hillsborough Paneli araştırmalarının sonucunu açıkladı. 450.000 sayfa dokümanı inceleyen panel üyeleri yeni bulgulara ulaşmışlardı. 1989’da görevli olan ve saat 3.15’te 96 taraftarın da kesinlikle öldüğüne hükmeden görevli memur yanılıyordu. Yapılan araştırmalar sonucunda Kevin gibi 27 kişinin daha 3.15’te henüz yaşıyabiliyor olacağı ve yeterli müdahele yapılması halinde kurtarılabilme ihtimallerinin olduğunu ortaya koyacaktı. O gün verilen 3.15 teşhisi yüzünden yapılmayan detaylı inceleme, tam 23 yıl sonra yapılacak ve hayatını kaybedenlerin aileleri en azından sevdiklerinin nasıl hayata göz yumduklarını öğrenebileceklerdi. 

Artık herkes bu trajedinin sorumlusunun o gün stadyuma gelen taraftarlar olmadığının farkında. Gerek o gün görevli olan polis gücü, gerek stadyumun altyapısından sorumlu olan Sheffield Wednesday kulübü, gerekse de İngiltere Futbol Federasyonu bu trajedinin mimarlarıydı.

O günden sonra İngiliz hükümeti ve futbol otoriteleri holiganizme, eskiyen stadyumlara, profesyonel olmayan yönetim analyışlarına ve futbolun modernleşmesi önündeki tüm engellere amansız bir savaş ilan edecekti. Hükümet desteği ile neredeyse tüm stadyumlar gözden geçirilecek, kulüp yöneticilerinin hareketleri daha sıkı incelenecek ve saha içinde ve dışında çalışan herkesin özenle seçilmesi konusunda kurallar ve yönetmelikler yayınlayacaklardı. Daha da önemlisi bu gelişmelere ayak uyduramayanların gözlerinin yaşına bakılmayacak ve ağır yaptırımlar uygulanacaktı. 

Hillsborough'da 96 kişi hayatını kaybetti amao gün başlayan değişim İngiliz futbolunun günümüzdeki gıpta edilecek noktaya getiren sürecin de başlangıcı olacaktı. İngilizler değişime ihtiyaçları olduğunu çok acı bir deneyimle kavrayabildiler. En azından Hillsborough'u örnek alarak bizler de eskiyen stadyumlarımızı ve aynı şekilde eskiyen yönetim modellerimizi değiştirsek ne kadar güzel olurdu, öyle değil mi?

Bu yazı Trabzonspor Dergisi'nin Mart 2013 (108) sayısında yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok: