Sayfalar

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Sarışın Ok: Alfredo Di Stefano

Pele ve Maradona’nın görkemi, Alfredo Di Stefano’nun sadeliğinin yanında sönük kalıyor.
‘’Saha onun ayakları altında doğmuştu ve onun ayaklarında yeşerdi.” Uruguaylı romancı Eduardo Galeano, kimilerine göre gelmiş geçmiş en iyi futbolcu olan Alfredo Di Stefano’yu bizlere bu cümlelerle sunar. Galeano şöyle devam eder: “Top ayağındayken, alan değiştirmesi, ritm değiştirmesi, tıpkı huzur verici bir yürüyüşten durdurulamaz bir kasırgaya benzer; top kendisinde olmadığında ise, onu marke edene kendini unutturup boşluklara doğru kayar, oyun boğulmaya başladığında taze hava arayan gene O’dur. Sıkça oyunu okur, bütün sahayı görür ve hızla yer değiştirir; böylece saldırısını yapabilmek için kendine alan açar. Gol ile sonuçlanan her hareketin başında, ortasında ve sonunda o vardı ve her renkten goller attı.”
Arşiv görüntüleri modern futbolu icat eden zarif bir oyuncu gösteriyor. Sahanın her santimini ve her pozisyonunu doldururdu. Buna karşın birçok akranının da onun kadar becerikli olması gerektiğini kabul ediyor. “Kalede bile oynadım” diyor Stefano. “Carrizo sakatlanmıştı. O günlerde oyuncu değişikliği olmadığı için kaleye geçmem gerekti.” İdeal pozisyonu forvet olan Di Stefano – Real Madrid için 282 maçta 216 gol attı- birçok kulüpten daha çok kupa kazanmıştır. Real’den takım arkadaşı ve antrenörü olan Miguel Munoz, Stefano ile saha içerisinde yakın oynamanın işini çok kolaylaştırdığını, o bölgede bir kişi fazla var gibi oynadıklarını anlatıyor.
Stefano’nun dehası istatistikleri ve övgüler ile açıklanamaz. O, yeteneğini iki ayrı kıta ve üç ayrı ülkede kanıtlayan ilk futbolcuydu. Günümüzdeki yıldız futbolcuların çoğu bununla başa çıkamaz. 1940′larda ve 1950′lerde dünyayı kasıp kavuran üç takımın lokomotifiydi. Bu takımlar River Plate, Millonarios of Bogota ve Real’dir. Bütün pozisyonlarda oynadı ama ihtiyaçtan öte, Gaelano’nun da yazdığı gibi tekniği ve oyunu okuma yeteneğinin onu ilk total futbolcu haline getirmesi idi. (Gerçekten de, 1970′lerin efsane Ajax takımının açıkça belirttiği gibi, gençler o zamanlarda Stefano ve Puskas tarafından yönetilen Real’in büyüleyici siyah beyaz görüntüleriyle büyüdüler ve onların yeteneklerine hayran kaldılar.) Eğer Cristiano Ronaldo, UEFA Şampiyonlar Ligi’ni kazanmasına rağmen hala Real’in beyazını giymeyi düşlüyorsa, bunun büyük bir kısmı Di Stefano’nun yarattığı efsaneden dolayıdır.
Hayatı
Alfredo Di Stefano, nam-ı diğer Sarışın Ok, 1926′da Buenos Aires’te doğdu ve futbolu bazen sokak köşelerinde ve boş arsalarda, bazen de Boca Stadına giden yolun sonundaki büyük Lezama Parkında veya stadın etrafında oynardı. Babası şimdilerde kulübün yönetici otoparkı olarak kullanılan alanın yanında doğdu. Alfredo dükkanlara bir iş için yollandığında yeteneklerini etraftaki bir şeyi tekmeleyerek veya onu topmuş gibi sürerek geliştiriyordu.
Di Stefano, River Plate (Boca’nın en büyük rakibi) takımında oynamaya başladı ama ılımlı karakteri ve birleştirici yönü sayesinde ileride iki kulübe de antrenörlük yaptı ve iki takıma da şampiyonluklar kazandırdı. Oyuncu olarak ise hala River Plate, Millonarios ve Real’de kendisine büyük saygı gösterilir.
Yaşlı bedeni artık narin olsa da hala başını dik tutuyor ve Real’in Santiago Bernabeu stadındaki küçük ofisinde krallar gibi yaşıyor. 1950′lerde Avrupa futbolunu domine eden Real takımını tanımlaması, yönetmesi ve ilham vermesi için Bernabeu kişisel olarak Di Stefano’yu seçmişti. Bernabeu’nun takım kurma yaklaşımı bir cümlesinde şöyle belli oluyordu: “Her büyük takımın en az iki Arjantinlisi olmalı ve hiç İngiliz oyuncusu olmamalıdır.”
Di Stefano’nun ofisi Real’in Emektarları Derneği Başkanlığına ait. Biz konuştuğumuz sırada bir dizi orta yaşlı adam – ki bunların hepsi en yüksek kalitede eski futbolculardı- biraz şakalaşmak için ofise uğruyorlar. Di Stefano bir yanda şakalaşırken, diğer yanda iş programları, katıldıkları aktiviteler ve bir sonraki maç için kimin kimi arabayla götüreceği hakkında tartışıyor. Gerçek bir futbol adamı olan Di Stefano, hala gazeteyi arka sayfalarından okumaya başlıyor. Derin, sulu ve boğazdan gelen ve karıştırılması mümkün olmayan bir Arjantin aksanıyla hala faal, meraklı ve sevdiği oyunla ilgili hatıralarla dolu olan zihnini bizlere açıyor.
Di Stefano’ya favori oyuncusunun kim olduğunu sorun ve o da cevap vermeyi reddetsin. “Hadi ama!” diye şaka yapıyor. “Belki bir ismi unuturum ve onlar bunu okurlar ve onları dışarıda unuttuğum için bana beddua ederler.” Doğuştan gelen diplomatikliği tek neden değil: “Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için benim her zaman ilkem olmuştur. Bugünlerde insanlar oyuncuları sıralamayı ve onlara değer biçmeyi kafalarına takmış durumdalar ve hep “en iyisi kim” sorusuna cevap arıyorlar. Ben isim verme konusunu hiç sevmedim. Benim bir sürü bildiğim olağanüstü büyük oyuncu var ve bunlardan bazıları da iyi arkadaşımdır.”
“Arjantin’de herhangi bir pozisyon için en az 30 tane müthiş oyuncu bulabilirsiniz. Son zamanlarda basın bana isim vermem konusunda çok baskı yaptı ben de şunları verdim: Munoz, Moreno, Pedernera, Labruna, Loustau. Bu kadar.”
Bu beş oyuncu, 1940′ların başında La Maquina (Makine) olarak bilinen River Plate takımının Arjantin tarzı yumuşak pasları, marifetli oyunu ve güzel geometrisi olan hücum hattını oluşturuyorlar. Di Stefano, Adolfo Pedernera takımı bıraktığında River Plate’e katıldı ve her pozisyonda oynayabilen ilk Arjantinli oyuncu olarak tanındı. Arjantinli oyuncular ödenmeyen maaşlar yüzünden greve gittiklerinde, bir çok yetenek ülkeyi terketti. Pedernera o sırada Millonarios’u çalıştırıyordu ve Alfredo’ya ona katılmasını teklif etti.
“Gençtim, evliydim, yaşamımı kazanmak için düşünmem gerekiyordu” diyor Di Stefano, ülkesindeki birçok futbolcunun darboğazda olduğunun farkında olarak. “Kolombiya’da para vardı.”
Kolombiya’nın yeni oluşan milli ligi federasyonla sorunlar yaşadı ve FIFA tarafından yasaklandı. Yasaklanan takımlardan Millionarios da diğerleri gibi yüksek maaşları kullanarak dünyanın her yerinden yıldız oyuncuların ilgisini çekiyordu. Kolombiya futbol tarihindeki bu devire ‘el Dorado’ denir. Millonarios’un oyun tarzına Blue Ballet (Mavi Bale) adı takılmıştı çünkü izlemesi çok keyifliydi. Resmi olmayan mottoları ‘maç, biz beş tane atmadan bitmez’ idi. Pedernera’nın etkisi ve Stefano’nun sahada büyüsünü göstermesi Kolombiya futbolunun temellerini atmıştır. Carlos Valderrama, Freddy Rincon ve Adolfo Valencia gibi 90′larda Kolombiya futboluna damgasını vurmuş oyuncular bu çalışmaların meyveleridir.
Bernabeu, Di Stefano’yu keşfettiğinde Sarışın Ok, Arjantin ve Kolombiya’da bir efsaneydi. 1947de Arjantin Copa America’yı kazanırken Di Stefano altı maçta altı gol attı. 1952′de Millonarios uluslar arası bir turnuvada Real Madrid’in 50. Kuruluş yılını kutladı ve 1953′te Millonarios ilk uluslar arası kupa olan Kulüpler için Küçük Dünya Kupası’nı kazandı. Bu kupa sırasında Bernabeu Di Stefano’yu, ölümsüzleştireceği efsane Real takımının bir parçası olarak takıma dâhil etti.
Di Stefano’nun ailesi Güney Amerika’ya İtalya’dan göç etmişti. Avrupa’ya onu fethetmek için geri döndü. “Bir insanın küçük bir kısmı doğduğu yerden, büyük bir kısmı ise doyduğu yerdendir” diyor Arjantin sokak argosunu kullanarak… Sanki büyüdüğü Lenzema Parkı’nı hiç terk etmemiş… Ama İspanya’nın da Rio De La Plata kadar kendi ülkesi olduğunu belirtmeden geçemiyor. “Şu an bir Porteno olduğumdan daha fazla bir Madrileno’yum.”
İspanyollaştırıldıktan sonra İspanya milli takımı için bile oynadı Di Stefano. “Bugünlerde bunu yapamazsınız” diyor. Birçok Güney Amerikalı oyuncu çok uzaktaki genetik kökenlerini araştırarak Avrupa ülkelerinden pasaport almaya çalışıyorlar ama FIFA kuralları ‘eğer bir oyuncu A milli takımda boy gösterirse bir daha başka takımda oynayamaz’ diyor. Di Stefano’nun zamanında birçok Güney Amerikalı oyuncu İtalya ve İspanya için oynuyordu. İtalya’da ilke şöyleydi: “Eğer İtalya için savaşıyorlarsa, İtalya için oynayabilirler de.” Tıpkı oriundi lerin (yabancı ülkelerde doğan ama İtalyanlarla kan bağı bulunanlara verilen ad) İtalyan ordusuna kaydedildikleri gibi.
Genç Arjantinlilerin Avrupa futbolunun bir parçası olmak için yaptıkları fedakarlıklar tartışılan bir konudur ama pasaport skandalları Di Stefano’nun anayurdundaki sorunlar ufak bir tanesidir. Di Stefano bu problemler yüzünden öfkeli bir biçimde kafasını ellerinin arasına alıyor. “Şiddet” derken ellerini dudaklarına getiriyor. “Ve yoksulluk.”
“Çocuk bir kulübe önerilir ve anne babasına da bir iş teklif edilir” diyor kahvesinden bir yudum alırken. Böylece çocuk bütün ailesini kurtardığı hissine kapılıyor. Daha sonra şöyle diyorlar: ‘Haydi Almanya’ya göç edelim. Almanca konuşamıyoruz ama neler olacağını görürüz.” Di Stefano anlatmak istediklerini varsayımlara dayanarak anlatmayı çok seviyor. “Daha sonra bir Alman mili oyuncuya bakıyorsunuz, harika bir oyuncu; adı da Perez. Peki, Perez nereden geliyor? Buenos Aires. Ya da Cordoba.”
Futbol ile yoksulluk arasındaki ilişki onu endişelendiriyor. Buluşmamızdan bir hafta önce kendisi Barcelona’daki birkaç kulübe gidip Afrika spor okulları için spor giysileri temin etmeye çalışıyordu. “Şöyle ki, futbol topu, forma ve eşofman vermek çok duyarlıca ama asıl ihtiyaçları temiz su ve ilaç” diyor Di Stefano. Belki ikisi de gereklidir. Spor, yoksulluktan kurtulmak için gerçekçi bir hedef ve oyunlar doğrultusuyla birçok çocuğun eksikliğini çektiği eğitim de sağlanabilir. Az da olsa buna bir katkıda bulunduğunu söylediğimde ise başını sallıyor ve hafifçe omzunu silkiyor.
Eusebio, George Best ve Helenio Herrera Di Stefano’yu oyunun tarihindeki en iyi futbolcu olarak gösteriyorlar. Ama kendisi bu tip iddialar olduğunda suskunluğunu koruyor. Yetenekli olduğunu sokaklarda top oynarken ne zaman fark ettiğini sorduğumuzda yine omuz silkiyor, “Ben hiç fark etmedim. Hala da bilmiyorum.” Futbol oynamaya başlamıştı çünkü bunu çok seviyordu. Şimdi bile “Her türlü futbolu seyrederim. Milli maçları ikinci lig maçlarına tercih etmem. Her zaman futbol izlerim ve daima bir şeyler öğrenirim” diyor.
“Bir arkadaşımın ofisinde güzel deri bir top asılı ve üzerinde şöyle yazıyor: ‘Kaç tane davetsiz misafir senin üzerinden hayatını kazandı?’” derken gülümsüyor. “Ona yumuşakça davranmalısın, asla tekmelememelisin” diyor bu topun hakkında. “Onu öldürmek veya uykuya dalmasını istemezsin; onun tadını çıkarmalısın, ondan zevk almalısın.”
Modern futbol ile eski günlerdeki futbolla ilgili basit karşılaştırmalar yapmaya sürekli karşı çıkıyor. “Futbol şimdilerde kesinlikle daha hızlı. İnsanlar gol ve hız istiyorlar. Ama geçmişte oynanan oyunun daha iyi olduğunu söylemeyeceğim çünkü insanlar zırvaladığımı düşünürler.”
Geçmişe olan özlemi, kendisinin futbolun bohemyası olarak adlandırdığı ve günümüzün multi-milyar sterlinlik endüstrisi haline gelmesi ile ilgili. Kahve kültürü, erkeklerin gevezeliği, topa olan aşkın şiirsel doğası onun kuşağı için oyunun tartışılmaz bir bölümüydü.
Oyunun gelişmesi, modernleşmesi ve yeni teknolojileri kullanması gerektiğine ama geçmişe bakılarak da bir şeyler öğrenilebileceğine inanıyor. “Bakın 1930′larda oyuncular sahaya çıkmadan bir tabak spagettiyi mideye indirirlerdi. Sonra herkes fazla yağlardan ve özel diyetlerden bahsetmeye başladı. Peki, bugünlerde birçok doktor ve uzman ne öneriyorlar? Makarna.” Sahada çok az şeyin değiştiğine veya değiştirilmesi gerektiğine inanıyor. “Oyun çok basit. 17 tane kuralı var. Çok az insan bunu bilir.”
Futbolun herhangi bir ülkede diğerinden çok farklı olduğuna inanmıyor. Belki Güney Amerika’nın ve Afrika’nın iyi oyuncular çıkarmaya meyilli olduğunu kabul ediyor ama bunun nedeninden tam olarak emin değil. Dünyanın herhangi bir yerinde oynayabileceğini söylüyor ama imalı bir ironi ile ekliyor: “İngiltere hariç. Hep kafa topu. Ben? Ben ise kafamı düşünmek için kullanırım.”
Bir Arjantinli olarak “Di Stefano ve Maradona bir arada sahada olsalardı ne olabilirdi?” sorusunu sormadan edemiyorum. “Maradona bir fenomendi” diyor hiç tereddüt etmeden. “Bizim birlikte oynayıp oynayamayacağımız… Bunlar benim şu sıralarda yazdığım romana giremeyecek olan varsayımlardan.” Üzerinde çalıştığı bir roman değil, kendi hayatı hakkında bir hikâye ve kurgu olamayacak kadar olağanüstü.
Konuşmamız bitince Don Alfredo Di Stefano küçük kaşmir bir atkıyı tüvit yakasının etrafına sarıyor ve iki eliyle masadan güç alıp yavaşça oturduğu iskemleden kalkıyor ve ağır adımlarla stadyumun araba parkına doğru yürüyor. Onun içinde Galeano’nun söylediği adam var: “Gol ile sonuçlanan her hareketin başlangıcına, ortasında ve sonunda o var ve her renkten gol attı” çünkü “bütün oyun alanı onun ayakkabılarının içine sığıyordu.”
Champions Magazine Issue 31 October/November 2008
Kazandığı Kupalar
  • 5 Avrupa Kupası, 1956, 1957, 1958, 1959, 1960 Real Madrid ile
  • 9 La Liga Birinciliği: 1954, 1955, 1957, 1958, 1959, 1961, 1963, 1964 Real Madrid ile ve 1971 Valencia antrenörüyken
  • 1 Dünya Kulüpler Şampiyonluğu: 1960 Real Madrid ile
  • 1 Copa Del Rey: 1962 Real Madrid ile
  • 1 Copa America : 1947 Arjantin ile
  • 3 Arjantin Şampiyonluğu : 1947 River Plate ile, 1970 Boca Juniors antrenörüyken, 1981 River Plate antrenörüyken
  • 4 Kolombiya Şampiyonluğu: 1949, 1951, 1952, 1953 Millonarios ile
  • (22 Kasım 2008, Sporstudyosu.com)

Hiç yorum yok: