Sayfalar

6 Temmuz 2011 Çarşamba

“Tanrı” Arjantin’in başında göreve başlıyor!


Bir Arjantin efsanesi Alfio Basile Arjantin milli takımını bırakacağını açıkladığında hemen birkaç aday bu görev için değerlendirmeye alındı. Ancak bu adaylardan bir tanesi farklıydı; o ‘Tanrı’ydı…
CIA verilerine göre Arjantin halkının %92′si Roma Katoliği ama bunların sadece %20′si aktif olarak kiliseye gidiyor, dua ediyor veya başka bir şekilde dininin gereklerini uyguluyor. CIA verilerinde yazmayan ise Arjantin’de ‘futbol’un ikinci bir din gibi oluşudur. Peki, bu bilgileri size niye verdim? Çünkü 22 Haziran 1986 tarihinde Diego Armando Maradona, İngiltere’ye attığı iki gol ile Arjantin’de insanların dine ve futbola olan bakışını bir anda kökünden değiştirdi. Artık bir yanda Tanrı ve öteki yanda Maradona vardı. Ve o Maradona Aralık 2008 tarihinden itibaren Basile’den boşalan Arjantin Milli Takım Teknik Direktörlüğü görevine başlayacak.

İki sansasyonel gol: Biri Tanrı’nın golü, diğeri yüzyılın golü!
Azteca Stadına o gün tam 114.580 taraftar gelmişti. Arjantin ve İngiltere arasında daha yeni Falkland Adaları için bir savaş yaşanmıştı ve her ne kadar bu bir spor olayı olsa da, iki tarafın oyuncuları da gergindiler. İlk yarı bu gerginliğin altında golsüz sona erdi. İkinci yarıda ise durum farklıydı. Taraftarlar 51. dakikada futbol literatürüne “Tanrı’nın Eli” olarak geçecek Maradona golünü izlediler. Bundan üç dakika sonra ise bu sefer FIFA tarafından 1995′te ‘Dünya Kupalarında Yüzyılın Golü’ olarak seçilen Maradona golü geldi. İşte bu üç dakikada bir tarih kitabı yazdı Maradona. Attığı ilk gol futbol tarihinde ne ilk elle atılan goldü, ne de son olacaktı. Ancak maçtan sonra o pozisyon sorulduğunda “O el Tanrı’nın eliydi” diyen Maradona zaten Arjantinliler tarafından mucizevî olarak görülen yeteneğini böylece ilahi seviyeye çıkarıyordu. Üç dakika sonra attığı ikinci gol ile de adeta ‘istersem Tanrı’nın eli olmadan ayaklarımla da tanrısal bir gol atarım’ mesajı veriyordu. Bu maçtan sonra Maradona Arjantin’de yeni bir tartışma başlattı: Yoksa Maradona ‘tanrı’ mıydı?
Arjantinlilerin yaşayan efsanesi milli takımın başında
Futbol yaşamı süresince kazanılabilecek bütün kupaları kazanan Maradona futbolu bıraktıktan sonra da özel hayatıyla gündemden hiç düşmedi. Futbolun her seviyesinde gördüğümüz Maradona sonunda antrenörlüğe de el attı ve Aralık 2008′den itibaren milli takım antrenörlüğü görevine başlayacak. Yardımcılığına da daha önce bu görevi 1993-1990 yılları arasında yapmış olan Carlos Bilardo getirildi. Peki, gelmiş geçmiş en iyi futbolculardan bir tanesi, belki de en iyisi olarak gösterilen Maradona hiçbir ciddi antrenörlük deneyimi olmadan bu görevin altından kalkabilecek mi? Bu göreve getirilmeden önce toplam 23 resmi maçlık antrenörlük deneyimi olan Maradona çok sevdiği Arjantin’i başarıdan başarıya mı koşturacak; yoksa 2010 Dünya Kupasında Arjantin yerine bir başka Güney Amerika ülkesi mi izleyeceğiz?
Yıldız futbolcudan iyi antrenör olur mu?
Bu soru, futbol dünyasını yıllardan beri oyalayan ve cevabının büyük ihtimalle hiçbir zaman bulunamayacağı sorulardan bir tanesi. Tabi hiçbir zaman yıldız futbolcu olmanın getirdiği deneyim göz ardı edilemez ancak futbolu oynamak ile onu yönetmek arasındaki farkı küçümsemek de felakete yol açabilir. Maradona konusuna girmeden Hagi örneğini ele almak istiyorum. Şuan kaç kişi Hagi’nin neyle meşgul olduğunu söyleyebilir? ‘Karpatların Maradona’sı’ olarak gösterilen Hagi’nin de futbol kariyeri tartışılmazdı ancak antrenörlük kariyeri pek parlak başlamadı. Çünkü Hagi futbol zekâsını saha içinde yaptıklarıyla gösteriyor ve maçın kaderini kendi ayaklarıyla değiştiriyordu. Ancak saha kenarından bunları yapmak mümkün değil. Saha kenarındayken elinizdeki oyuncuları en iyi ne şekilde kullanmanız ve onları nasıl eğitmeniz gerektiğini bilmeniz gerekiyor. Bu da size futbol oynarken öğretilen bir şey değil.
Maradona konusunda ise durum pek de farklı görünmüyor. Arjantin ile arasında çok derin duygusal bir bağ olduğu ve ülkesinin kazanması için elinden gelen her şeyi yapacağına şüphe yok. Ancak bence yıldız oyuncuların iyi antrenör olamamalarının en büyük nedeni ele avuca sığmayan egoları. Maradona gibi yıldız oyuncuların haklı olarak öyle büyük egoları oluyor ki dünyanın kendileri etrafında döndüğüne inanıyorlar. Futbolcuyken bu egolarını sahaya özgüven olarak yansıtılabiliyorlar ancak iş teknik direktörlüğe geldiğinde durum değişiyor. Çünkü antrenör saha kenarında oyunculara ne yapması gerektiğini söyleyen kişidir ve bunun bilincinde olmak gereklidir. Artık yönettiğiniz oyuncuların egoları olduğunu kabul etmeniz gerekli ve bunu göz ardı edip kendi egonuzu ön plana çıkarırsanız takım içinde çekişmeler ve çelişkiler başlıyor. Bu da felakete giden yolda ilk adımı oluşturuyor.
Maradona’nın bu görevdeki en büyük avantajı yardımcılığını daha önce bu görevi yapmış olan Carlos Bilardo’nun yapacak olması. Belki de Maradona’nın antrenörlük kariyerini Hagi’nin deneyimlerinden ayıracak temel özellik bu olacak. Eğer Maradona teknik konuları ve antrenman metotlarını Bilardo’ya bırakıp, liderlik ve yönetim vasıflarını ön plana çıkarırsa belki de kaliteli oyuncuların da katkısıyla Arjantin tarihinin en başarılı dönemlerinden birini yaşar.
Bu sorunun cevabını ilerleyen aylarda göreceğiz. Bu arada, Hagi’nin şu sıralarda İskoçya Premier Lig takımı Inverness Caledonian Thistle takımının Doğu Avrupa Bölgesi Yetenek Avcısı olarak çalıştığını hatırlatayım. Umarım Maradona’nın antrenörlük kariyeri Hagi’ninkine göre daha iyi başlar.
(3 Kasım 2008, Sporstudyosu.com)

Hiç yorum yok: